Kendime akademik alanda idöl aldığım başarılarıyla ünlü bir adamın tüm başarısını, parasını, tüm yaşamını bir çırpıda silip attığını, çok yabancı olduğu bir memlekete gittiğini okudum dün. Karısına olan aşkı falan değildi ondaki, evlatlarına duyduğu bir kaç yıllık hasretti sadece..
3 çocuğuna duyduğu hasret yok edivermişti dişiyle tırnağıyla yıllarını vererek kazandığı tüm başarılarını..
Sonra sildim nemli gözlerimi düşündüm bir kez daha ne içindi bunca uğraş? Böylesine güzel bir yaşımda, böylesine güzel birisiyleyken hemde, şimdiyi yaşamak varken.. Yutkundum boğazıma takıldı bir şeyler..
Sonra farkettim bende ki asıl eksikliği; Eksiğim bir kaç gün ayrı kaldığım gülüşlerindi, e tabi bir de son günlerin tatsızlığı eklenince benim eksikliğim 'aşık olduğum sevimsizim'di..
Aile önemli.. Şimdi farketmiyoruz belki ama, Aile önemli. Şuan sahip olduğumuzdan çok gelecekte kurulan aile aslında bugünün silip süpüreni, tıpkı tarlaya ekin ektiğinde yağmayan yağmurun verdiği kuraklık gibi..
Sen şimdi ne ekersen ek, hasat zamanı beklediklerin olmayınca tüm emeğin ziyan oluyor daha da kötüsü bir 'hiç' geliyor onca hasattan sana. Aile önemli..
Hani maddiyatta maddiyat der dururuz ya insanoğlu olarak, olmayıversin be.
Para denilen illet olmasın..
4çocuğumuz olsun koştursunlar 3 odalı bir apartman dairesinde, kırsınlar senin bana yıldönümümüzde aldığın sevdiğim küreyi, çizip karalasınlar hep yazdığımız mektupları, benim binbir emekler hazırladığım notlarımı. Olmasın cupcake kaplarımız, pastaya koymak için alacağımız meyve paramız. Olmasın. Olmasın arabamız, evimiz.. Olmasın. 4 çocuğumuz olsun yeter. 3 olmasın, 4 olsun..
3lerin hikayelerinde hep bir özlem var..
1 Nisan 2014 Salı
17 Mart 2014 Pazartesi
Sokak kedisi 'Bob'
Sokakta Hayat Var.
Dünya sadece bizim için mi var, milyarlarca ademoğlu için mi sadece? Tüm yaratılanlar, bütün bu nimetler sadece bizler için mi? Çok fazla sorgular olmuştum ki bunu bir kez daha 'hayır' diyebildim düşüncelerime. Ödevimiz olan kitap eklerini araştırırken takılıverdi gözüme ' Sokak kedisi Bob'. Aslında daha öncede karşılaşmışız kendisiyle, hemde birçok kere. Kedi sever birisi olarak girdiğim sosyal sitelerde rastlamıştım gitar çalan bir genç yanında bir kedi tabir yerindeyse el çarpıyorlardı. Hani yaparız ya biz 'çak bir beşlik' diye aynen öyle. Hemen incelemeye koyuldum Aydınlık Gazetesi 1 Mart Cuma tarihli 53.sayılı kitap ekini. Burcu Özüpek yazıyordu.
Kitap öylesine bir bütün ki insan bir başladığında bir türlü kopamıyor. Sanki çevrenin tanıdıklığı ve yaşanılanların sıcaklığı yada hala yaşıyor olduğumuz bildiğimiz şeyler oluşu bizi bu denli kitaba kitliyor. Çünkü henüz okumaya yeni başlamama rağmen bir türlü çekemiyorum gözlerimi sayfalardan.Öylesine güzel bir dostluk var ki burada, bunca yıldır insanların Bowen'e veremediği dostluğu minicik 4 ayaklı üstelik konuşamayan bir canlı, bir 'kedi' veriyor. Bu dostluk sayesinde Bowen yıllardır kölesi olduğu uyuşturucu kullanmaktan vazgeçiyor, onca zaman insanların onu farketmediği gitarı Bob ile birlikte farkediliyor ayrıca gitarını sokaklarda Bob'la birlikte çalınca işleri açılıyor, yoksulluktan kurtuluyor; dahası başından geçenleri yazdığı kitap sayesinde zengin oluyor. Sanki Bob ona bir sihir getiriyor, sanki öncesinde Bowen görünmezdi ve Bob ona getirdiği iksirle onu farkettirdi. Kitabı tamamladığımda eminim gözlerimdeki pelerin kalkacak. Her ne kadar dikkat etmeye çalışsamda gözden kaçırdığım şeyleri daha iyi göreceğim düşüncesindeyim.
Bowen yıllarca belkide insanlardan uzak sakin bir yaşam sürdü, içinde yaşadığı dünyaya başkalarını buyur etmemişti. James Bowen, Londra sokaklarında gitar çalıp şarkı söyleyerek geçimini sağlayan biridir. Çocukluğunda ailesinin boşanması ve annesinin yanında sürekli seyahat etmesi nedeniyle ailesiyle bağları kopuktur. Avustralya'da yaşayan annesinin yanından ayrılıp İngiltere'ye dönmüş ve bu aralarda da uyuşturucuya başlamıştır. Uyuşturucuyu bırakmaya çalıştığı sıralarda da hayatına yeni biri girmiştir ve bu yeni biri kahramanımız Bob'dan başkası değildir. Bowen, yaralı bulduğu sarmanı iyileştirdikten sonra birbirlerini iyice benimsediklerini fark etmiş ve Bob'u sokaklara salma kararından vazgeçmiştir ve Bob için daha iyi bir insan olmaya çalışmıtır. Oysa ilk başta Bob'un ihtiyaçlarını karşılayabileceğinden emin olamadığı için onu kapıdışarı etmiştir. Ama özel kedi Bob o kadar kararlı davranmıştır ki tatlı bir zorbalıkla kendini buyur ettirmiştir.
Bowen'ın yaptığı gözlemlerin acımasızlığı çok fazla. Aslında var olan bir sorunun nasıl görmezden gelindiğinin bir örneği bence. Toplumsal sorunlarımızdan birisi, hatta belkide en büyüğü;
Sırf kendilerinden daha düşük düzeyde yaşadıkları için bu kişilerin yani sokakta yaşayan insanların insan yerine konmaması, sokaklarda gitar çalarak bir şey satarak geçimini sağlayan birineuyanık hatta tabir yerindeyse 'beleşçi' gözüyle bakılması, geçimini dergi satarak sağlayanlara dilenci muamelesinin yapılması bunlar hem Bowen'in gözlemleyip yorumladığı-yakındığı hemde bizim toplum olarak sindirdiğimiz en büyük sorunlardan birisi. Çünkü burada aslında hep varolan bir noktaya değinilmiş. Her sabah işe giderken kırmızı ışıkta arabamızın yanına gelip mendil satan çocukları görüyoruz, ama görmezden geliyoruz. Ya da Kızılay da, Tunalı da, Sıhhıye de yemeğe koşuştururken caddede gitar çalan,saz çalan, ney çalan insanları görüyoruz. Ama hiç dinlemiyoruz. Toplumca 'vakit yok'a sığdırıveriyoruz bahaneleri. Bir örnek belirtmek istiyorum;
'Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider. Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider. Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar. Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz. Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı.Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz?' Bu araştırmam için yaptığım bir alıntıydı. Peki ya biz sadece bu sorulara cevap mı arıyoruz Joshua Bell'in farkedilmemesini ele aldığımızda. Yoksa insanların sokağı algısının olmadığını mı anlamalıyız. Bence ikincisi daha önemli bizim için. Çünkü toplum olarak yabancılaşıyoruz, çevremize, diğer insanlara. Hatta hayvanlara bitkilere bile. Ağaçlarımızı katlediyoruz, sırf yeni apartmanlar dikebilmek için. Hayvanları katlediyoruz, sırf modanın bize getirisi için oysa hiç düşünmüyoruz onları benimsersek neler neler kazanabiliriz. Hayvanlarla birlikte yaşamayı becerebilsek, bitkilerle dost olsak, çevremizi tanısak. Öylesine yabancıyız ki.. Sokakta yaşayan insanları geçtim artık karşı komşumuzu bile tanımaktan korkar olduk çünkü artık ilişkilerimiz doğallıktan çıkıyor yapaylığa doğru ilerliyor. 'Eğer karşımdaki bana bir fayda verecekse var, aksi takdir de yok' felsefesini benimsedik. Joshua eğer adı söylenirse 'müziği iyidir' denilip dinleniyor, ama kılığı kıyafeti kötü bir kemancı olarak çıkarsa karşımıza 'sokak çalgıcısı-sokak insanı, tehlikeli' yaftasıyla yolumuza devam ediveriyoruz. İşte Bowen'de bunu en acımasız haliyle, haklı da olarak gözlerimizin önüne bir kez daha getiriyor. Sırf görebilmemiz için.. İşte, Bowen de bu şartlarda yaşarken hayatına Bob giriveriyor.
Bir kaç yorumcunun kitap değerlendirmelerini okuduğumda şuna dikkat ettim.Kitabın daha çok Bob ağırlıklı olacağı düşünülsede aslında öyle değil. Başlarda Bowen'ın kendi hayatından bahsetmesi, Bowen'ın nasıl bu hale geldiğini , hayatına giren Bob'un neleri değiştirdiğini anlamamızı sağlıyor. Bowen'ın ve Bob'un iyiye giden hayatlarını okurken onlarla birlikte seviniliyor. Aralarındaki bağı ve birbirlerine duydukları sevgiyi okumak biraz olsun kaldırıyor gözlerimizdeki perdeyi. Toplumu oluşturan bireyler olarak, biz değişirsek yada bizim gözümüzden kalkarsa bu perde her insan bir fayda getirecektir. Her faydalı insan ise faydalı toplumu oluşturacaklardır. Kim bilir belkide bu kitaptan sonra insanlar kedilere işkence yapmayı keser de hastalıklı ruhlarını düzeltmek için bir fırsat elde ederler.
Dünya sadece bizim için mi var, milyarlarca ademoğlu için mi sadece? Tüm yaratılanlar, bütün bu nimetler sadece bizler için mi? Çok fazla sorgular olmuştum ki bunu bir kez daha 'hayır' diyebildim düşüncelerime. Ödevimiz olan kitap eklerini araştırırken takılıverdi gözüme ' Sokak kedisi Bob'. Aslında daha öncede karşılaşmışız kendisiyle, hemde birçok kere. Kedi sever birisi olarak girdiğim sosyal sitelerde rastlamıştım gitar çalan bir genç yanında bir kedi tabir yerindeyse el çarpıyorlardı. Hani yaparız ya biz 'çak bir beşlik' diye aynen öyle. Hemen incelemeye koyuldum Aydınlık Gazetesi 1 Mart Cuma tarihli 53.sayılı kitap ekini. Burcu Özüpek yazıyordu.
''Aramızda kaç kişi günlük koşuşturma içinde, bizim dışımızdaki canlılarla bir dünyayı paylaştığımızın farkında? Üstelik onların bize gereksinmesi kadar bizim de onlara gereksinmemiz olduğunun ne kadar insan farkında? James Bowen de değildi. Gözü uyuşturucudan başka bir şey görmüyordu ki! Ta ki Bob karşısına çıkıncaya kadar. İşte kitabımız bu can dostlarımızdan biri olan Bob ile ilgili. Yabancı Yayınevi’nden çıkan kitap James Bowen, tarafından kaleme alınmış. Kitabın en önemli özelliği kitapta anlatılan her şeyin birebir yaşanmış olması. Kitap James Bowen’ın kedisi Bob’u bulmasıyla başlıyor. Sokak şarkıcılığı yapan Bowen, bir gün eve geldiğinde kapısının önünde Bob ile karşılaşır. Yaşadığı eve yeni taşınan ve uyuşturucu bağımlılığından kurtulmaya çalışan Bowen bakamayacağı düşüncesiyle Bob’u evine almak istemez. Ancak geçen günler içerisinde kedinin kararlı tavrı karşısında Bowen “yenilgiyi” kabul edip Bob’u evine almaya razı olur. Kıt kanaat geçinen Bowen için bu yeni durum hem maddi, hem de manevi açıdan hazır olmadığı bir durumdur. Ayrıca Bob’u bulduğunda kedinin sağlığı da pek içaçıcı durumda değildir. Bowen Bob’u en kısa ve en ucuz yollarda tedavi ettirmenin yollarını arar. Tedavi süresi boyunca beraber yaşamaya başlamış bulunan ikili farkında olmadan bir daha ayrılamayacakları bir yaşama uzanmaktadır. Öyle bir yaşam ki, Bowen sokak şarkıcılığı yaparken Bob onun gösterisini tamamlamaktadır. Bir insanla bir kedi, hayatlarını idame ettirebilmek için giriştikleri mücadelede birçok zorluğun da üstesinden gelmek durumundadır. Biricik dostu Bob’u gördüğü anda onun özel bir kedi olduğunu düşünmeye başlayan Bowen sokaklardaki insanların ona gösterdiği büyük ilgiyle birçok giderlerini karşılamaya başlamıştır zaten. Ancak bu durum herkes tarafından iyi karşılanmaz ve sokak şarkıcılığı işi biter. İkili bu kez daha “ciddi” bir iş olan dergi satıcılığına başlar. Bowen’ın bu kararı almasında Bob’un rolü büyüktür. Çünkü artık o yalnız yaşayan bir insan değildir, kedi de olsa bir başka canlının sorumluluğunu üstüne almıştır. Düzenli bir işe başlamaya karar vererek hayatında ikinci büyük değişikliği yapan Bowen ve Bob’u bu yeni süreçte de sevenleri ve sevmeyenleri peşlerini bırakmazlar. James Bowen’ın Facebook ve Twitter üstünden çok sayıda takipçisi var. Birçok fotoğrafa ve videoya bu yolla ulaşmanız mümkün. Üstelik Bob’u Youtube da ünlü yaparak onların hayatlarını değiştiren ve bu kitabın yazılmasına vesile olan ünlü “çak videosunu” da mutlaka izlemelisiniz. Bir kedinin bu kadar akıllı olup olamayacağı konusunda kuşkuları olanlara rahatlıkla savunabilirim ki o sıradan bir kedi değil. Çünkü hiçbir kedi sıradan değildir. Her şeyden önce çişi geldiğinde tuvalet kullanma alışkanlığına sahip olan bir canlıya kimse sıradan diyemez. Sokakta tanıştıkları insanların örüp getirdikleri ya da hediye ettikleri giysiler ile şıklaşan sokak modasının mankeni haline gelen Bob bu aralar beyaz perdeye de adım atmayı bekliyor. Çok satanlar listesinde olan kitapla birlikte ikiliyi konu alacak film haklarının Hollywood’a satıldığı biliniyor. “Sokak Kedisi Bob”u çok satanların ilk sırasına yerleştiren özelliklerin başında okuma kolaylığı ve akıcı anlatımı geliyor. Üstelik bir de mükemmel bir dostluk hikayesi var.''
Kitap öylesine bir bütün ki insan bir başladığında bir türlü kopamıyor. Sanki çevrenin tanıdıklığı ve yaşanılanların sıcaklığı yada hala yaşıyor olduğumuz bildiğimiz şeyler oluşu bizi bu denli kitaba kitliyor. Çünkü henüz okumaya yeni başlamama rağmen bir türlü çekemiyorum gözlerimi sayfalardan.Öylesine güzel bir dostluk var ki burada, bunca yıldır insanların Bowen'e veremediği dostluğu minicik 4 ayaklı üstelik konuşamayan bir canlı, bir 'kedi' veriyor. Bu dostluk sayesinde Bowen yıllardır kölesi olduğu uyuşturucu kullanmaktan vazgeçiyor, onca zaman insanların onu farketmediği gitarı Bob ile birlikte farkediliyor ayrıca gitarını sokaklarda Bob'la birlikte çalınca işleri açılıyor, yoksulluktan kurtuluyor; dahası başından geçenleri yazdığı kitap sayesinde zengin oluyor. Sanki Bob ona bir sihir getiriyor, sanki öncesinde Bowen görünmezdi ve Bob ona getirdiği iksirle onu farkettirdi. Kitabı tamamladığımda eminim gözlerimdeki pelerin kalkacak. Her ne kadar dikkat etmeye çalışsamda gözden kaçırdığım şeyleri daha iyi göreceğim düşüncesindeyim.
Bowen yıllarca belkide insanlardan uzak sakin bir yaşam sürdü, içinde yaşadığı dünyaya başkalarını buyur etmemişti. James Bowen, Londra sokaklarında gitar çalıp şarkı söyleyerek geçimini sağlayan biridir. Çocukluğunda ailesinin boşanması ve annesinin yanında sürekli seyahat etmesi nedeniyle ailesiyle bağları kopuktur. Avustralya'da yaşayan annesinin yanından ayrılıp İngiltere'ye dönmüş ve bu aralarda da uyuşturucuya başlamıştır. Uyuşturucuyu bırakmaya çalıştığı sıralarda da hayatına yeni biri girmiştir ve bu yeni biri kahramanımız Bob'dan başkası değildir. Bowen, yaralı bulduğu sarmanı iyileştirdikten sonra birbirlerini iyice benimsediklerini fark etmiş ve Bob'u sokaklara salma kararından vazgeçmiştir ve Bob için daha iyi bir insan olmaya çalışmıtır. Oysa ilk başta Bob'un ihtiyaçlarını karşılayabileceğinden emin olamadığı için onu kapıdışarı etmiştir. Ama özel kedi Bob o kadar kararlı davranmıştır ki tatlı bir zorbalıkla kendini buyur ettirmiştir.
Bowen'ın yaptığı gözlemlerin acımasızlığı çok fazla. Aslında var olan bir sorunun nasıl görmezden gelindiğinin bir örneği bence. Toplumsal sorunlarımızdan birisi, hatta belkide en büyüğü;
Sırf kendilerinden daha düşük düzeyde yaşadıkları için bu kişilerin yani sokakta yaşayan insanların insan yerine konmaması, sokaklarda gitar çalarak bir şey satarak geçimini sağlayan birineuyanık hatta tabir yerindeyse 'beleşçi' gözüyle bakılması, geçimini dergi satarak sağlayanlara dilenci muamelesinin yapılması bunlar hem Bowen'in gözlemleyip yorumladığı-yakındığı hemde bizim toplum olarak sindirdiğimiz en büyük sorunlardan birisi. Çünkü burada aslında hep varolan bir noktaya değinilmiş. Her sabah işe giderken kırmızı ışıkta arabamızın yanına gelip mendil satan çocukları görüyoruz, ama görmezden geliyoruz. Ya da Kızılay da, Tunalı da, Sıhhıye de yemeğe koşuştururken caddede gitar çalan,saz çalan, ney çalan insanları görüyoruz. Ama hiç dinlemiyoruz. Toplumca 'vakit yok'a sığdırıveriyoruz bahaneleri. Bir örnek belirtmek istiyorum;
'Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider. Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider. Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar. Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz. Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı.Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz?' Bu araştırmam için yaptığım bir alıntıydı. Peki ya biz sadece bu sorulara cevap mı arıyoruz Joshua Bell'in farkedilmemesini ele aldığımızda. Yoksa insanların sokağı algısının olmadığını mı anlamalıyız. Bence ikincisi daha önemli bizim için. Çünkü toplum olarak yabancılaşıyoruz, çevremize, diğer insanlara. Hatta hayvanlara bitkilere bile. Ağaçlarımızı katlediyoruz, sırf yeni apartmanlar dikebilmek için. Hayvanları katlediyoruz, sırf modanın bize getirisi için oysa hiç düşünmüyoruz onları benimsersek neler neler kazanabiliriz. Hayvanlarla birlikte yaşamayı becerebilsek, bitkilerle dost olsak, çevremizi tanısak. Öylesine yabancıyız ki.. Sokakta yaşayan insanları geçtim artık karşı komşumuzu bile tanımaktan korkar olduk çünkü artık ilişkilerimiz doğallıktan çıkıyor yapaylığa doğru ilerliyor. 'Eğer karşımdaki bana bir fayda verecekse var, aksi takdir de yok' felsefesini benimsedik. Joshua eğer adı söylenirse 'müziği iyidir' denilip dinleniyor, ama kılığı kıyafeti kötü bir kemancı olarak çıkarsa karşımıza 'sokak çalgıcısı-sokak insanı, tehlikeli' yaftasıyla yolumuza devam ediveriyoruz. İşte Bowen'de bunu en acımasız haliyle, haklı da olarak gözlerimizin önüne bir kez daha getiriyor. Sırf görebilmemiz için.. İşte, Bowen de bu şartlarda yaşarken hayatına Bob giriveriyor.
Bir kaç yorumcunun kitap değerlendirmelerini okuduğumda şuna dikkat ettim.Kitabın daha çok Bob ağırlıklı olacağı düşünülsede aslında öyle değil. Başlarda Bowen'ın kendi hayatından bahsetmesi, Bowen'ın nasıl bu hale geldiğini , hayatına giren Bob'un neleri değiştirdiğini anlamamızı sağlıyor. Bowen'ın ve Bob'un iyiye giden hayatlarını okurken onlarla birlikte seviniliyor. Aralarındaki bağı ve birbirlerine duydukları sevgiyi okumak biraz olsun kaldırıyor gözlerimizdeki perdeyi. Toplumu oluşturan bireyler olarak, biz değişirsek yada bizim gözümüzden kalkarsa bu perde her insan bir fayda getirecektir. Her faydalı insan ise faydalı toplumu oluşturacaklardır. Kim bilir belkide bu kitaptan sonra insanlar kedilere işkence yapmayı keser de hastalıklı ruhlarını düzeltmek için bir fırsat elde ederler.
Dışarıya baktığımızda sadece çevremiz yok.
Aslında sokakta gerçek bir hayat var. Evde yatağımızda uyurken değil,
aslında hayatı sokakta yaşıyoruz. O kadar çok hayat var ki her birinin
ayrı bir hikayesi. Ama bizim asıl bahsettiğimiz hikaye
'farkındalığın,farkında olmanın' hikayesi.
Her ruhun bir 'Bob'u olmalı. Ayna gibi, görmeli insan kusurlarını, hatalarını..
Emine ÇALIŞKAN
Sosyoloji- 1302031002
Emine ÇALIŞKAN
Sosyoloji- 1302031002
16 Mart 2014 Pazar
Yas.
Belki 90 belki 100'ündeydi..
göçüp gitti işte sizin benim gibi etten kemikten biri..
Neler görmüştür kim bilir, bunca yaşla beraber neler birikmiştir ruhunda..
Yoksulluğu da tatmıştır, Tokluğu da
acıyı da sıkıştırmıştır yüreğine mutluluğu da
ölümü de görmüştür, annesi babası gidince öksüzlüğü de yetimliği de..
Evladı da yaşamıştır, torunu da..
Göçüp gitti işte sizin benim gibi etten kemikten biri..
Ne garip bir şey bu, ölüm.
Dün sabah kızından bi bardak su isterken
bu sabah toprağa karışacak..
Dün gece yorgan ört kızım üşüyorum derken
yarın sabah toprakla örtünecek..
Ne garip bir şey bu, ölüm.
Belli olur mu hiç ne zaman geleceği, nerede bulacağı.
100 yıl, bir asır.. Neler yaşanır var ya..
Her şeyiyle dolu dolu sana verilen bir hayat
100 yıl..
göçüp gitti işte sizin benim gibi etten kemikten biri..
Neler görmüştür kim bilir, bunca yaşla beraber neler birikmiştir ruhunda..
Yoksulluğu da tatmıştır, Tokluğu da
acıyı da sıkıştırmıştır yüreğine mutluluğu da
ölümü de görmüştür, annesi babası gidince öksüzlüğü de yetimliği de..
Evladı da yaşamıştır, torunu da..
Göçüp gitti işte sizin benim gibi etten kemikten biri..
Ne garip bir şey bu, ölüm.
Dün sabah kızından bi bardak su isterken
bu sabah toprağa karışacak..
Dün gece yorgan ört kızım üşüyorum derken
yarın sabah toprakla örtünecek..
Ne garip bir şey bu, ölüm.
Belli olur mu hiç ne zaman geleceği, nerede bulacağı.
100 yıl, bir asır.. Neler yaşanır var ya..
Her şeyiyle dolu dolu sana verilen bir hayat
100 yıl..
Biz kavgalarla, küslüklerle daha 20lerdeyken bezdik derken hayattan
O oh olsun dercesine yaşadı bir asır , çınar gibi
Kimler girdi hayatına, kimler göçüp gitti ona sormalı Ama
Ne zaman görsem, gülerdi gözlerinin içi..
Hayatımda gördüğüm en büyük insandın 'Ebe'
Mekanın Cennet olsun.
14 Mart 2014 Cuma
Deneme 1
Facebook’ta konuşmak için atılacak ilk mesaj:
Kız güzeldir, arkadaşının arkadaşıdır. Arayı bozmak istemezsin. Dikkat etmen gerekir.
- Slm nbr?
He tabi lisedeyiz hala büyüyemedik. Ergen ergen konuşuruz.
- Selam naber?
Çok soğuk oldu bu da. Biraz daha samimi.
- Meraba nassın?
Sanki pelteğimde merhaba diyemiyorum gibi oldu. Hem kız ..(bölüm) okuyor. Ama içten.
- Merhabalar nasılsınız? Çok resmi oldu bu da.
- Merhaba nasılsın? Bunun olabilirliği var ama yine de etkisiz. Bir şey eksik ama ne.
Kız güzeldir, arkadaşının arkadaşıdır. Arayı bozmak istemezsin. Dikkat etmen gerekir.
- Slm nbr?
He tabi lisedeyiz hala büyüyemedik. Ergen ergen konuşuruz.
- Selam naber?
Çok soğuk oldu bu da. Biraz daha samimi.
- Meraba nassın?
Sanki pelteğimde merhaba diyemiyorum gibi oldu. Hem kız ..(bölüm) okuyor. Ama içten.
- Merhabalar nasılsınız? Çok resmi oldu bu da.
- Merhaba nasılsın? Bunun olabilirliği var ama yine de etkisiz. Bir şey eksik ama ne.
2 Mart 2014 Pazar
Ya siz olmasaydınız da 'sizin bebeğiniz olsaydı'..
Ne
güzeldir hamile bir anne adayının eşiyle bebeği için oda hazırlaması,
cicili bicili kıyafetler alıp daha cinsiyeti bile belli değilken onun
için 'en iyileri' alması.. Ne şanslı bir bebektir o.. Seçme şansı yokken
bile ballıdır, ailesi vardır.
Bir de Yuvada bekleyenler var.. Onlar için heyecanlanan anne babası olmayanlar, onlar için oda hazırlamayanlar, cicili bicili kıyafet almayanlar.. Oysa ne kadar güzel olurdu her anne baba bir bebek sevgisini de onlara verebilse.. İlla doğurmak mıdır annelik? İlla senin sperminden olunca mı olur babalık?
Bir de Yuvada bekleyenler var.. Onlar için heyecanlanan anne babası olmayanlar, onlar için oda hazırlamayanlar, cicili bicili kıyafet almayanlar.. Oysa ne kadar güzel olurdu her anne baba bir bebek sevgisini de onlara verebilse.. İlla doğurmak mıdır annelik? İlla senin sperminden olunca mı olur babalık?
Yürekte büyütülmez mi 'evlat'..
9 Ocak 2014 Perşembe
Başarım Sensin..
Seni çok seviyorum. Çok ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama çok işte, ölçü olarak falan değil, çok gösteremediğim bir şey bu. Daha seni ilk gördüğüm an demiştim kendime, benimle olmalı diye. Sonra saçmalama dedim, hiç olur mu? O kim, sen kim? bi kere hak edebilir misin onu.. Sanki yeryüzünde tek cins inci tanesi.. Eşin benzerin var mıydı ki? Ya yüreğin.. sıcacık.. gülüşün.. gözlerin.. yok yok eşsiz olmalısın, canınla kanınla ruhunla.. tanıdıkça deli oldum, benimle olmalı diyordum. Hem bunca yıl bekliyor olmanın bir anlamı olmalıydı, benim için beklemiştin hayatının ilk ve son'u ben olacaktım, evet tabi ya başka ne için olacaktı.. ama olur muydu? ben miydim o beklenen kıymetlin, kalbinin hiç açılmayan kapılarını açacak olan, buna değer miydi? ya hataysa? ya yanlış seçimse.. off.. ben eminimde.. ya sen pişman olursan..
Hayır hayır, bak kimse açmadı işte 50 gün oldu ben açıcam, 50gündür hayatındayım hala kimse açmıyor kapılarını, bu kadar bekledim işte şans tanıdım sana, artık benim zamanım benim şansa ihtiyacım var..
tam olarak böyleydi işte seninle tanıştıktan sonra ki 50 günüm.. sessiz bekleyişler, cevapsız sorular..
şansa ihtiyacım var demiştim.. ilk kez şans istemiştim.. şanstan mıdır, aşktan mıdır bilemem ama.. olmuştu. Kapıları açabilmiştim. 21 yıllık hayatında sana da bir ilk'i yaşatan ben olmuştum, hemde benim için neredeyse imkansız olabilecek bir şeyken bu, sen ve ben.. kimin aklına gelirdi ki.. Bir anlatabilsem, bi anlayabilsen bunun ne denli zor bir şey olduğunu.. rüyaydı benim için.. şimdi ise yaşadığım hayatın ta kendisi sensin.. Hoşgeldin hayatıma sevgilim.. Hoşgeldin..
Hayır hayır, bak kimse açmadı işte 50 gün oldu ben açıcam, 50gündür hayatındayım hala kimse açmıyor kapılarını, bu kadar bekledim işte şans tanıdım sana, artık benim zamanım benim şansa ihtiyacım var..
tam olarak böyleydi işte seninle tanıştıktan sonra ki 50 günüm.. sessiz bekleyişler, cevapsız sorular..
şansa ihtiyacım var demiştim.. ilk kez şans istemiştim.. şanstan mıdır, aşktan mıdır bilemem ama.. olmuştu. Kapıları açabilmiştim. 21 yıllık hayatında sana da bir ilk'i yaşatan ben olmuştum, hemde benim için neredeyse imkansız olabilecek bir şeyken bu, sen ve ben.. kimin aklına gelirdi ki.. Bir anlatabilsem, bi anlayabilsen bunun ne denli zor bir şey olduğunu.. rüyaydı benim için.. şimdi ise yaşadığım hayatın ta kendisi sensin.. Hoşgeldin hayatıma sevgilim.. Hoşgeldin..
Soğuksun Ölüm.
Ölüm.. Bir kez daha hatırlattın bu hafta kendini bana. Teşekkür ederim (!)
Tüylerim mi ürpertmeliydi veyahutta korkmalı?
Ne isterdin, seni nasıl anımsamalıydım.
Hatalı bir davranış göstermedim ya, hayata dolu dolu tutunup seni istemeyenlerden olmalıyım sanırım, ama değilim üzgünüm seni hayal kırıklığına uğrattımsa.
Anormal mi oldu tavrım, umursamazlığım.
Yanlış insanla muhattapsın belki de ,
seninle bir bağ dahi kuramıyorum ki ben şöyle bir düşündüm de.
Ne istiyorsun bu insanlardan, zaten bir oyunun içinde buluyorlar daima kendilerini.
Tüm kurallar canlarını acıtıyor, mekanikleşmiş gibi bir düzenin içinde dönüp duruyorlar,
bir de sen gelip neden alt üst ediyorsun zar zor yaptıkları planları..
İnsan olmak zor. Bak mesela Aile diye bir şey şıppadanak içine düşüyorsun, sormuyor sana kimse ister misin, bak böyle böyle özellikleri var şöyleler böyleler diye, ha bide derinlere inersek etnik köken, cinsiyet gibi şeyler var aman aman.. onları seçmekte ne yazık ki insanlığın elinde değil. Sonra öğrenme aşaması var insanın, tabi ya ömrü boyu (Artık sen ne kadar izin verirsen) öğrende öğren, öğrende öğren. Gariban insan napsın öğrenmeyip kurda kuşa yem mi olsun? Hele kurt kuş var onların durumu daha vahim ama şimdi konu bu değil. Neyse insan bunca şeyi başarsın, ailesini sevsin, çevresini kursun işini seçsin onca zorluğu başarsın sonra sen gel al elinden hepsini oldu mu bu şimdi..
Hayır madem kendine bu işi benimsedin insanların planının bir parçası değilsin
bari insanların planı istedikleri gibi işlemediğinde gelsene?
Derin acılara katlanmak zorunda kalan insanlara, onca yıl acı çekmesine fırsat bırakmadan.
Gerçekten de düşün bir bunu..
Bak gel beraber düşünelim, kimse seni sevmiyor, sadece kendisi için geleceğinden değil
tüm insanlık adına sevmiyorlar seni kime gelirsen gel.
E sende bundan sonra hep insanların planı aksayınca gel, bak nasılda sevecekler seni
Bilecekler çünkü dayanılmaz acılar çekilmeye başladığı an insan sen geleceksin
Şey gibi olacak birisi sana 'dayanamıyorum artık bu acıya' dediği an hay hay diyeceksin geleceksin.
Vallahi düşündüm de cidden böyle bir sistem kursan kendine yalnızda olmazdın hani,
Soğuk olmazdın Koca bir insanlık kucaklardı seni.
Ben mi? Yok hala duyarsızım sana karşı, bazen kucaklıyorum seni bazense tiksiniyorum.
Hem boşver şuan benim ne düşündüğümü bir adım önümde değil misin zaten,
incittiysem bana geldiğinde alırsın intikamını zaten sen. Ne de olsa kral sensin, güç sende!
Tüylerim mi ürpertmeliydi veyahutta korkmalı?
Ne isterdin, seni nasıl anımsamalıydım.
Hatalı bir davranış göstermedim ya, hayata dolu dolu tutunup seni istemeyenlerden olmalıyım sanırım, ama değilim üzgünüm seni hayal kırıklığına uğrattımsa.
Anormal mi oldu tavrım, umursamazlığım.
Yanlış insanla muhattapsın belki de ,
seninle bir bağ dahi kuramıyorum ki ben şöyle bir düşündüm de.
Ne istiyorsun bu insanlardan, zaten bir oyunun içinde buluyorlar daima kendilerini.
Tüm kurallar canlarını acıtıyor, mekanikleşmiş gibi bir düzenin içinde dönüp duruyorlar,
bir de sen gelip neden alt üst ediyorsun zar zor yaptıkları planları..
İnsan olmak zor. Bak mesela Aile diye bir şey şıppadanak içine düşüyorsun, sormuyor sana kimse ister misin, bak böyle böyle özellikleri var şöyleler böyleler diye, ha bide derinlere inersek etnik köken, cinsiyet gibi şeyler var aman aman.. onları seçmekte ne yazık ki insanlığın elinde değil. Sonra öğrenme aşaması var insanın, tabi ya ömrü boyu (Artık sen ne kadar izin verirsen) öğrende öğren, öğrende öğren. Gariban insan napsın öğrenmeyip kurda kuşa yem mi olsun? Hele kurt kuş var onların durumu daha vahim ama şimdi konu bu değil. Neyse insan bunca şeyi başarsın, ailesini sevsin, çevresini kursun işini seçsin onca zorluğu başarsın sonra sen gel al elinden hepsini oldu mu bu şimdi..
Hayır madem kendine bu işi benimsedin insanların planının bir parçası değilsin
bari insanların planı istedikleri gibi işlemediğinde gelsene?
Derin acılara katlanmak zorunda kalan insanlara, onca yıl acı çekmesine fırsat bırakmadan.
Gerçekten de düşün bir bunu..
Bak gel beraber düşünelim, kimse seni sevmiyor, sadece kendisi için geleceğinden değil
tüm insanlık adına sevmiyorlar seni kime gelirsen gel.
E sende bundan sonra hep insanların planı aksayınca gel, bak nasılda sevecekler seni
Bilecekler çünkü dayanılmaz acılar çekilmeye başladığı an insan sen geleceksin
Şey gibi olacak birisi sana 'dayanamıyorum artık bu acıya' dediği an hay hay diyeceksin geleceksin.
Vallahi düşündüm de cidden böyle bir sistem kursan kendine yalnızda olmazdın hani,
Soğuk olmazdın Koca bir insanlık kucaklardı seni.
Ben mi? Yok hala duyarsızım sana karşı, bazen kucaklıyorum seni bazense tiksiniyorum.
Hem boşver şuan benim ne düşündüğümü bir adım önümde değil misin zaten,
incittiysem bana geldiğinde alırsın intikamını zaten sen. Ne de olsa kral sensin, güç sende!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)